6 Kasım 2013 Çarşamba
Madrid'te Üç Kral Mekan
19 Eylül 2013 Perşembe
Didyma; İkizler Şehri

Didyma ikiz kardeşler demek, yani Artemis ve Apollon'a ait olan Didim'de, şu anda bile bir çok ikiz kardeş bulunmaktadır. Tesadüf müdür bilinmez ama belki de Didyma'nın etkileri hala sürüyor.
Tapınak gezinizden sonra, tapınağın çevresindeki restaurantlarda yemek yiyecekseniz eğer, ben Yoran Bar'ı tavsiye ediyorum. Diğer mekanlar da birbirinden güzel ve hepsinin yemeklerinin lezzeti ayrı ama Yoran Bar'da beni çeken farklı bir şeyler var. Belki de eski bir Rum evinin, bütün özelliklerinin korunarak hala kullanılıyor olmasıdır beni çeken. Yoran; Didim'in Rumlar zamanındaki adı ve bu şirin Rum evinin içinde yer alan Yoran Bar, adıyla da oldukça uyumlu. Yaz aylarında her gece canlı müzik var ve fiyatlar tüm Didim'de olduğu gibi oldukça uygun. Deniz ürünleri oldukça taze, ama et yemeklerini daha çok beğendiğimi söylemeliyim. Ayrıca gidip, mavi yengeç yememek de olmaz. Tabii bunu ortaya meze gibi alın, çünkü içinden çıkan et ne sizi doyurabilir ne de hepsini yiyebilirsiniz.

Eğer kışın Didim'e gelmek istiyorsanız, gerçek anlamda kafa dinlemiş olarak ayrılırsınız Didim'den... Çünkü bir çok mekan kapalı, yaz nüfusu ayrılmış ve Altınkum sahili köpeklere, yaşlı İngilizler'e ve okuldan kaçan liselilere kalmış durumda.
Etiketler:
antik hikayeler,
apollon tapınağı,
didim,
didim otelleri,
didim tatili,
didimde gezilecek yerler,
efsaneler,
medusa club,
mistik,
sensation didim,
tarihi efsaneler,
ucuz didim tatili,
ucuz tatil,
yoranbar
21 Mayıs 2013 Salı
Boğa Güreşleri ve San İsidro Festivali
![]() |
Festivalin afişini çok beğendim, tam bir Madrid özeti |
Boğa güreşinin işleyişinden biraz bahsetmek gerekirse, ilk önce bir boğa arenaya salınıyor, bir İspanyol arkadaşımın dediğine göre; bu boğalar dövüşe çıkana kadar krallar gibi bakılıp iyice olgunlaştıktan sonra arenaya çıkarılıyormuş ve arena için seçilmeseymiş zaten çoktan öldürülüp, et yapılırmış bu yüzden arenaya çıkmak bir boğanın yaşayabileceği en büyük gururmuş. Boğanın pek bu gururun farkında olduğunu sanmıyorum ama İspanyolların boğalara saygı duyduğu bir gerçek. Arenaya boğa çıktıktan sonra, ilk önce dört tane yardımcı matador boğanın karşısına çıkıyor, pembe pelerinlerini sallayarak, boğayı sinirlendirmeye çalışıyorlar. Boğa onlara doğru koştuğunda ise hemen kenarlara koşup saklanıyorlar. Daha sonra arenaya iki tane atlı ve mızraklı adam geliyor. Burada en üzüldüğüm atlar oldu, boğanın darbelerine maruz kalıyorlar ve yerlerinden bile kıpırdamıyorlar, ayrıca atların gözleri bağlı. Tabii atların vücutlarında koruyucu giysiler var ve büyük ihtimalle yaralanmıyorlar. Atın üzerindeki adam mızrağını boğaya bir iki kez saplıyor. Bu sırada insanlar boğanın atı devirmesi için çığlıklar atıyorlar. Atlar gittikten sonra üç matador ayrı ayrı gelip, koşarak boğanın sırtına uzun uçlarına renkli ipler bağlanmış iğneler saplıyorlar.
İyice sinirlenmiş ve kanayan boğanın karşısına en son asıl matador çıkıyor. Bir elinde kırmızı pelerini, bir elinde kılıcıyla şovlar düzenliyor, en sonunda ise boğanın tam boynuna kılıcı tek bir darbede sokarak boğayı öldürüyor. Yere yığılan boğayı üç tane katır gelip, arenada sürükleyerek çekip götürüyor. Bu sırada herkes ayağa kalkıyor ve sessizlik içinde boğaya saygı gösteriyorlar. Bütün bunlar sadece yirmi dakika sürüyor ve siz daha ne oldu şimdi diyemeden yeni bir boğa arenaya salınıyor. Yedide başlayan dövüşler saat dokuz gibi son buluyor. Benim en rahatsız olduğum konu ise, boğa kesinlikle inanılmaz sinirli ve durmadan sağa sola saldıran bir hayvan değil, onu orada bıraksanız sanki ömür boyu orada yaşar ve kimseye zarar vermez gibi duruyor, ama insanlar onu yaralayıp, kendilerine saldırmasını sağlıyorlar ve benim izlediğim dövüşte boğa bir matadoru yerden yere attı ama hemen yardımcıları gelip boğanın dikkatini dağıttılar. Yani adil bir dövüş bile değil, bu yüzden bence bu bir dövüş de değil. Sadece bir hayvanın yıllardır yapıldığı için, şovla birlikte öldürülmesi. Öldürülen boğaların etlerini ne yapıyorlar derseniz, bazılarını durumu olmayanlara dağıtılıyormuş, bazılarını da çok yüksek fiyatlara satıyorlarmış. Boğa eti, aynı zamanda cesareti de temsil ettiği için, fiyatlarının yüksek olması normal diye düşünüyorum.
Ayrıca not olarak; festival dışında boğa güreşi izlemek isterseniz, sadece Pazar günleri yine aynı saatte ve aynı yerde Plaza de Toros de Las Ventas'da izleyebilirsiniz. Metroyla ulaşmak isterseniz, yeşil ve kırmızı hatlara binip, Ventas durağında indiğinizde direkt arenanın önüne gelmiş oluyorsunuz.
Boğa güreşlerinin dışında Retiro Park'ta yapılan havai fişek gösterileri gerçekten harikaydı. Klasik müzikleri eşliğinde ve ritimlerine uygun olarak atılan havai fişekleri kaçırmayın derim. Eğer müzikalleri seviyorsanız, festival boyunca Plaza Mayor'da kurulan sahnede her gün ayrı bir konser ya da müzikal, halka ücretsiz olarak sunuluyor. Festival biterken, Madrid'e biraz daha bağlanıyorsunuz. Buraya yılın herhangi bir günü, herhangi bir zamanda da gelebilir ve Madrid'i yine çok sevebilirsiniz ama festival zamanında insanların coşkusuna tanık olup, Madrid'i gerçek bir Madridli gibi yaşabilirsiniz.
Etiketler:
boğa güreşleri,
ispanya,
ispanya festivalleri,
ispanya vizesi,
las ventas,
madrid,
madrid boğa güreşi,
madrid festivali,
madrid tatili,
retiro park,
san isidro festivali
Yer:
Madrid, İspanya
8 Ocak 2013 Salı
Rodos, Rodos, Ne Güzeldin Rodos
Tatil anılarımı baya bir zaman geçtikten sonra anlatıyorum ama ancak kendimi yazmak için motive edebiliyorum. Bu süreç de her zaman en sıkışık olduğum dönemlere rast geliyor ya neyse, şu anda finallerime çalışmam gerekirken, Mayıs 2012'de gittiğimiz Rodos gezimizden bahsedeceğim.
Öncelikle nereye gitsek sürecine döneyim. Arkadaşlarımızın bulduğu, Alanya'daki beş yıldızlı, her şey dahil otel seçeneğimiz vardı önümüzde ama ben daha önceden Bodrum'da aynı her şey dahil sisteme dahil olduğumuz için, bir otele gidip, her şey dahil nasılsa deyip, votka shotlara dadanmak istemedim, şöyle farklı bir şeyler olsun, ne yapsak ne etsek derken, şehir fırsatında 23 Nisan ve 19 Mayıs tatili için yapılan Rodos tatil paketlerini gördüm, alsam mı almasam mı olur mu gider miyiz derken, bir anda gaza gelip, iki kişilik rezervasyonumu yaptırdım. Kişi başı, Marmaris'ten gidiş dönüş katamaran, Rodos'ta City Center otelde iki gece konaklama ve kahvaltı dahil tam 256 liraydı. Ee öğrenci halimizle biraz çok gibi gelmişti ilk başta ama her şey dahil otellerin de bu fiyattan pek farkı yok. Yeşil pasaportumuz olduğu için, vize derdimiz de yok.
17 Mayıs gecesi İzmir'den yola çıktık, bize yol dört buçuk saat sürer denmişti ama "hızır!" şoförümüz sağ olsun, sağanak yağmur altında bizi üç saatte Marmaris otogara getirdi. Gecenin beş buçuğunda, daha önceden sadece geçerken uğradığınız bir şehirde inmek kadar kötü bir şeyden daha kötü olan, delicesine yağmur yağması ve sığınacak tek yer bile bilmemenizdir. Tatile gidiyoruz heyoo diye yanıma hep yazlıklarımı almışım, ayağımda bez ayakkabılarım üzerimde ceket bile yok, Marmaris'in karanlığında kalakaldık. O sırada biri gelse alın paranız tatil matil yok dese, tamam deyip hemen İzmir'e geri döneceğim.
O derece sinir olmuşken, aynı bizim gibi başka bir çiftle tanıştık. Aynı tatil paketini aldığımızı öğrenince nasıl rahatladım, resmen kendimizi yamayacak, bizi yönlendirecek birilerini bulmuş olmanın verdiği rahatlıkla takıldık peşlerine, önce bir Mcdonaldsta oturduk, sonra hava biraz aydınlanınca açılan ilk çorbacıya dalıp, içimizi ısıttık.
Katamaran saat dokuzda kalkıyordu, biraz daha oyalandıktan sonra sahilden gümrüğe doğru yürümeye başladık ama tabii biz bilmiyoruz, yeni arkadaşlarımız önde biz arkada gidiyoruz, ben sağa sola bakıyorum, şimdi yurt dışında su çok pahalıdır, şurdan bi beş litre kapalım, çubuk kraker falan alalım, ucuza kaçalımın peşindeyim. Neyse ki üç litre suyu bavula attım, ama krakerleri alamadım. Gümrüğe vardık, çok kalabalık değildi, hemen işlemlerimizi yaptırıp, free shop'a daldık.
Bu arada gümrükte kocaman şöyle bir yazı var; pasaportuyla KKTC'ye girmiş olan Türk vatandaşları Yunan adalarına giremez, lütfen bu tatilinizi iptal edip, yeni pasaport çıkartıp tekrar gelin, yuh dedim, yani bu kadar mı kötü aramız sevgili komşumuzla... Freeshop çok ucuz muydu değil miydi bilmiyorum çünkü bu benim ilk freeshopum ilk yurt dışı deneyimimdi, sadece aromalı bir sigara aldım. Katamarana yerleştik, önce gelen pencere kenarlarını kapıyor. Biz kendimize ortalarda yer bulabildik. Katamaran zaten, Beşiktaş, Kadıköy vapuru gibi, herkes Türk, herkes teyze. Katamaran dalgalardan çok fazla sallandı, iki üç kişi de kustu ama sonunda sağ salim Rodos'a vardık.
Adaya şöyle bir baktım, hava açmış, kocaman bir kale, surlar, masmavi deniz, hafif hafif esen sıcak rüzgar, işte tatil bu dedim. Bir taksi tutup otele gittik, 10 euro tuttu. Bavullarımızı bıraktık, bu güzel havayı kaçırmayalım diye koşarak çıktık ama çıkar çıkmaz hava bozdu ve ben hiç bu kadar ıslanmadım. Ne bez ayakkabı kaldı, ne giysi. Eğer Haziran'dan önce Rodos'a gitmeyi düşünüyorsanız, yağmur botunuzu ve ince bir yağmurluğunuzu götürün derim. Hava soğuk değildi ama yağmur çok fazlaydı.

Şehir New Town ve Old Town diye iki bölümden oluşuyor. Adlarından da anlaşılacağı üzere, Old Town tarihi ve turistik alanları barındırıyor, zaten iki bölüm iç içeler, Old Town surlarla çevrili bir alan ve içinde kocaman bir kale, bir çarşı ve oteller bulunuyor. Ayrıca adada söylediklerine göre beş cami varmış ama hiçbiri ibadete açık değil. Şansımıza o gün özel bir günmüş ve bütün müzelere giriş bedavaydı. İnanılmaz bir yer. O kadar güzel korunmuş ve korunmaya devam ediyor ki, sanki kalenin içinde hala şövalyeler yaşıyor ve kapalı pencerelerin arkasından size bakıyorlar gibi. Biraz daha zamanımız ve imkanımız olsaydı o harika kalenin avlusunda uzanıp, hayallere dalmak, burada kim bilir neler olmuştur diye düşünmek isterdim.
Girdiğimiz dükkanlarda ya bir Türkle karşılaştık ya da Türkçe bilen birileriyle bu yüzden hiç sıkıntı çekmedik, herkes çok güler yüzlü, Türk olduğunuzu söyleyince hemen oo meraba komşii, diyorlar, hatta bir kadın artık Türkçe bilmemiz zorunlu, çok fazla Türk geliyor, oğluma yabancı dil olarak Türkçe seçtirdim dedi, yani okullarında Türkçe de görüyorlar.
Akşam yemeğimizi otelin restaurantında yedik, tzatziki soslu tavuk kebap ve bira iki kişi 25euro ödedik. Tzatziki'ye bayıldım, bizim cacığın susuz hali, çok güzeldi, bir daha bir daha istedim. Casinoya gitmek istedik ama giriş 50 euroydu, tatile toplam 200euroyla çıktığımızı düşünürsek, imkansızdı. Biraz yürüyüp otele döndük, televizyonda bir iki tane Yunan kanalı var, geri kalanı bizim kanallar. Telefon da çekiyormuş ama ben bunu son gün fark ettim, sadece manuel ayarlara girip, şebekeyi kendimiz seçmeliymişiz. Aslında Marmaris'ten sadece 14 kilometre uzak olduğunu düşünürsek, çekmemesi saçma olurdu.

Ertesi gün, yeni arkadaşlarımızla 30 euroya araba kiralayıp, 10euro da benzin atıp, ada turuna çıktık. Sahil şeridinden Lindos'a doğru gittik. Arada durup, sahilleri gezdik, denize girdiler ama ben giremedim, buz gibiydi. Lindos tam bir akıllara kazınmış Yunanistan manzarası. Bembeyaz evler, dar yollar ve deniz. Küçük ama dikkat çeken bir tatil beldesi.
Çok sevimli bir yer. Şehrin dar sokaklarına dalıp, Rodos'la bütünleşmiş Frappelerden içtik. Tepedeki kaleye çıkmak için, 5 euroya eşek kiralayıp, sokakları dolana dolana eşek sırtında çıkmaya başladık. Eşekler yokuşları çıkarken çok zorlanıyor. Bu yüzden rahatça gaz çıkarmalarına şahit oluyorsunuz. Lindos'ta baya kaldıktan sonra, adayı tam ortasında geçerek diğer tarafa çıkmaya karar verdik. Geçtiğimiz yollar, manzara o kadar huzurluydu ki, biraz uyumuşum, umarım hiçbir şey kaçırmamışımdır. Yol boyunca o kadar çok yarım kalmış ev görüyorsunuz ki, sanki terk edilmiş gibi bir izlenimi var. Zaten sosyal hayat çok canlı değildi, turistler olmasa sokaklar bomboş olurdu sanki. Bir de her yerin saat üç gibi kapandığını düşünürsek, evlerinde siesta da yapıyor olabilirler tabii.
Denize hiç giremedim, bana çok soğuk geldi, bol bol güneşlendim ama... Ayrıca donuta (1buçuk euroydu) ve Frappeye bayıldım, şimdi olsalar, ikişer tane mideye indirirdim.
Akşam kalamar yedik, harika bir lezzet. Bizimkilerle alakası yok. Deniz ürünlerini yiyin diye bir tavsiye almıştım ama bir denizin iki kıyısında bu kadar fark olabileceğini beklemiyordum, evet bizde de çok iyi yapan yerler var ama bu kalamar bir farklıydı, daha büyük ve çevresinde bizim pişirirken kullandığımız unlu soslar yoktu. Dolgunlardı. Bizde aperatif olan kalamar, onlarda ana yemek ve çok doyurucu.
Akşam üzeri sahilde bir yürüyüşe çıkalım dedik, ve deniz kıyısında çok tanıdık bir simayı gördüm. Marmaris'ten atıldığı belli olan, kısa bir yolculuktan sonra Rodos'ta kıyıya vurmuş bir yoğurt kapı. Ben Didim'de büyüdüğüm için, Yunanistan'a bakan koylarda, çocukken böyle atıklar çok bulurdum. Üzerlerindeki Yunanca yazıyı anlamaya çalışır, mesela şampuan şişesiyse, hangi kelimenin şampuan olabileceğine kafa yorar, bunu nasıl biri atmış olabilir diye düşünürdüm. Bu yoğurt kabını da görünce acaba buradaki çocuklar da benim düşündüklerimi düşünüyorlar mıdır diye kendime sormadan edemedim. Sonuçta aynı denizin insanlarıyız.
Öncelikle nereye gitsek sürecine döneyim. Arkadaşlarımızın bulduğu, Alanya'daki beş yıldızlı, her şey dahil otel seçeneğimiz vardı önümüzde ama ben daha önceden Bodrum'da aynı her şey dahil sisteme dahil olduğumuz için, bir otele gidip, her şey dahil nasılsa deyip, votka shotlara dadanmak istemedim, şöyle farklı bir şeyler olsun, ne yapsak ne etsek derken, şehir fırsatında 23 Nisan ve 19 Mayıs tatili için yapılan Rodos tatil paketlerini gördüm, alsam mı almasam mı olur mu gider miyiz derken, bir anda gaza gelip, iki kişilik rezervasyonumu yaptırdım. Kişi başı, Marmaris'ten gidiş dönüş katamaran, Rodos'ta City Center otelde iki gece konaklama ve kahvaltı dahil tam 256 liraydı. Ee öğrenci halimizle biraz çok gibi gelmişti ilk başta ama her şey dahil otellerin de bu fiyattan pek farkı yok. Yeşil pasaportumuz olduğu için, vize derdimiz de yok.
17 Mayıs gecesi İzmir'den yola çıktık, bize yol dört buçuk saat sürer denmişti ama "hızır!" şoförümüz sağ olsun, sağanak yağmur altında bizi üç saatte Marmaris otogara getirdi. Gecenin beş buçuğunda, daha önceden sadece geçerken uğradığınız bir şehirde inmek kadar kötü bir şeyden daha kötü olan, delicesine yağmur yağması ve sığınacak tek yer bile bilmemenizdir. Tatile gidiyoruz heyoo diye yanıma hep yazlıklarımı almışım, ayağımda bez ayakkabılarım üzerimde ceket bile yok, Marmaris'in karanlığında kalakaldık. O sırada biri gelse alın paranız tatil matil yok dese, tamam deyip hemen İzmir'e geri döneceğim.
![]() |
Yunan tanrısı Helios'un heykelinin yerinde bugün adaya özgü bu iki geyik var. |
Katamaran saat dokuzda kalkıyordu, biraz daha oyalandıktan sonra sahilden gümrüğe doğru yürümeye başladık ama tabii biz bilmiyoruz, yeni arkadaşlarımız önde biz arkada gidiyoruz, ben sağa sola bakıyorum, şimdi yurt dışında su çok pahalıdır, şurdan bi beş litre kapalım, çubuk kraker falan alalım, ucuza kaçalımın peşindeyim. Neyse ki üç litre suyu bavula attım, ama krakerleri alamadım. Gümrüğe vardık, çok kalabalık değildi, hemen işlemlerimizi yaptırıp, free shop'a daldık.

Adaya şöyle bir baktım, hava açmış, kocaman bir kale, surlar, masmavi deniz, hafif hafif esen sıcak rüzgar, işte tatil bu dedim. Bir taksi tutup otele gittik, 10 euro tuttu. Bavullarımızı bıraktık, bu güzel havayı kaçırmayalım diye koşarak çıktık ama çıkar çıkmaz hava bozdu ve ben hiç bu kadar ıslanmadım. Ne bez ayakkabı kaldı, ne giysi. Eğer Haziran'dan önce Rodos'a gitmeyi düşünüyorsanız, yağmur botunuzu ve ince bir yağmurluğunuzu götürün derim. Hava soğuk değildi ama yağmur çok fazlaydı.

Şehir New Town ve Old Town diye iki bölümden oluşuyor. Adlarından da anlaşılacağı üzere, Old Town tarihi ve turistik alanları barındırıyor, zaten iki bölüm iç içeler, Old Town surlarla çevrili bir alan ve içinde kocaman bir kale, bir çarşı ve oteller bulunuyor. Ayrıca adada söylediklerine göre beş cami varmış ama hiçbiri ibadete açık değil. Şansımıza o gün özel bir günmüş ve bütün müzelere giriş bedavaydı. İnanılmaz bir yer. O kadar güzel korunmuş ve korunmaya devam ediyor ki, sanki kalenin içinde hala şövalyeler yaşıyor ve kapalı pencerelerin arkasından size bakıyorlar gibi. Biraz daha zamanımız ve imkanımız olsaydı o harika kalenin avlusunda uzanıp, hayallere dalmak, burada kim bilir neler olmuştur diye düşünmek isterdim.
Girdiğimiz dükkanlarda ya bir Türkle karşılaştık ya da Türkçe bilen birileriyle bu yüzden hiç sıkıntı çekmedik, herkes çok güler yüzlü, Türk olduğunuzu söyleyince hemen oo meraba komşii, diyorlar, hatta bir kadın artık Türkçe bilmemiz zorunlu, çok fazla Türk geliyor, oğluma yabancı dil olarak Türkçe seçtirdim dedi, yani okullarında Türkçe de görüyorlar.
Akşam yemeğimizi otelin restaurantında yedik, tzatziki soslu tavuk kebap ve bira iki kişi 25euro ödedik. Tzatziki'ye bayıldım, bizim cacığın susuz hali, çok güzeldi, bir daha bir daha istedim. Casinoya gitmek istedik ama giriş 50 euroydu, tatile toplam 200euroyla çıktığımızı düşünürsek, imkansızdı. Biraz yürüyüp otele döndük, televizyonda bir iki tane Yunan kanalı var, geri kalanı bizim kanallar. Telefon da çekiyormuş ama ben bunu son gün fark ettim, sadece manuel ayarlara girip, şebekeyi kendimiz seçmeliymişiz. Aslında Marmaris'ten sadece 14 kilometre uzak olduğunu düşünürsek, çekmemesi saçma olurdu.

Ertesi gün, yeni arkadaşlarımızla 30 euroya araba kiralayıp, 10euro da benzin atıp, ada turuna çıktık. Sahil şeridinden Lindos'a doğru gittik. Arada durup, sahilleri gezdik, denize girdiler ama ben giremedim, buz gibiydi. Lindos tam bir akıllara kazınmış Yunanistan manzarası. Bembeyaz evler, dar yollar ve deniz. Küçük ama dikkat çeken bir tatil beldesi.
![]() |
Benim eşeğim Oscar'a merhaba deyin |
Denize hiç giremedim, bana çok soğuk geldi, bol bol güneşlendim ama... Ayrıca donuta (1buçuk euroydu) ve Frappeye bayıldım, şimdi olsalar, ikişer tane mideye indirirdim.
Akşam kalamar yedik, harika bir lezzet. Bizimkilerle alakası yok. Deniz ürünlerini yiyin diye bir tavsiye almıştım ama bir denizin iki kıyısında bu kadar fark olabileceğini beklemiyordum, evet bizde de çok iyi yapan yerler var ama bu kalamar bir farklıydı, daha büyük ve çevresinde bizim pişirirken kullandığımız unlu soslar yoktu. Dolgunlardı. Bizde aperatif olan kalamar, onlarda ana yemek ve çok doyurucu.
Akşam üzeri sahilde bir yürüyüşe çıkalım dedik, ve deniz kıyısında çok tanıdık bir simayı gördüm. Marmaris'ten atıldığı belli olan, kısa bir yolculuktan sonra Rodos'ta kıyıya vurmuş bir yoğurt kapı. Ben Didim'de büyüdüğüm için, Yunanistan'a bakan koylarda, çocukken böyle atıklar çok bulurdum. Üzerlerindeki Yunanca yazıyı anlamaya çalışır, mesela şampuan şişesiyse, hangi kelimenin şampuan olabileceğine kafa yorar, bunu nasıl biri atmış olabilir diye düşünürdüm. Bu yoğurt kabını da görünce acaba buradaki çocuklar da benim düşündüklerimi düşünüyorlar mıdır diye kendime sormadan edemedim. Sonuçta aynı denizin insanlarıyız.

Kaydol:
Kayıtlar (Atom)